Gündem; 24 saatlik kronik en fazla, öyle akut, acil kodlu tüketilir ki bu topraklarda... İnanca sahip olduklarını iddia edenlerin ihanetine uğrar önce inanç; öyle ya, ihanet sahip olduğunu iddia ettiğin, yaşamının merkezine aldığın düşünceye yapılandır. Çoğu kez de, kişi ihanetinin pek bir zaman sonra ayırdına varır. Bazıları ise, böyle mezara girer; sığ, hiç bir zaman maliki olamadığı kopya öznesinin, birilerince ya da bir kurmaca ideoloji tarafından onaylanmış serabının düşleri içinde.
Özdeşlik kurmak ama nereye kadar; Mevlana ile kurulan özdeşlik ya da, çıkarımların bir sınırı yok mu? Her aralık ayında bir fil tarifidir ki, benzersiz hülyaların, arzuların hayvanlarından bir albüm çıkıyor. Çıkmıyor mu?
Kulaklarım duymamak isterdi; ''şiiri bir araç olarak kullanmıştı, dönemin Konya'sının eğilimi bu yönde olduğu için; şiirleri vardır ama şair diyemeyiz... ''.
Şaire bu linç girişiminin bir anlamı olmalı. Bu, bir kesimin ''aydın'' cehaletini, sanatı küçümsemek, onu güçlünün hizmetinde, eğlencelik kılma düşüncesini göstermesi açısından tipik. Bayraklaştırdığınız şairlerinize, şiirlerine ne ihanet... Böylesi şiir bir uyuşturucudur kitleler üzerinde öyleyse. Bu sizi kim yapar?
Eşyanın müziğini duyan kulağına ihanet Rumi'nin, eşyanın inlemesini duyan kalbine.
Efendiler, nankörlük lanetlenmiştir; sanata ihanet etmeyiniz, hakiki ilham vahyin cüzlerindendir.
Efendiler, kendinize geliniz.
C. Atik
Kolaj: Selma Akın
23 Aralık 2014 Salı
12 Aralık 2014 Cuma
Sisler ve Yağmurlar
Güz bitimi, kışlar, çamura bulanmış ilkyaz,
Ey uykucu mevsimler! Sevgi size, övgüler,
sizler ki beni hep böyle sarıp sarmaladınız
O belirsiz kefenle, sisler ve gömütlükler.
Soğuk rüzgarların oynaşıp durduğu ovada
Yelkovan seslerinin duyulmadığı geceler,
-Duyamam bu tadı ne yapsam en baygın yazlarda-
Benim ruhum o kargamsı kanatlarıyla uçar.
Hiçbir şeyi bulamaz daha hoş sizden, ölümün
Bin imgesiyle dolu kırağı bağlamış kalpler,
Siz solgun mevsimler, ecesi iklimlerimizin,
Sürüp gittikçe iç burkan karanlık görünümler;
Ola ki, aysız bir gecede, ikimiz birlikte
Hüznümüzü susturalım, gözü pek, bir yatakta.
CHARLES BAUDELAIRE
11 Aralık 2014 Perşembe
İstanbulsuzluk
İlk bedbaht olan kimdir edebiyatımızda İstanbulsuzluktan; belki Abdülhak Şinasi Hisar'dır. Daha doğrusu ilk sislerin, boz bulanıklığın zihnine düştüğü ilk kişi...
'Kanlıca 'daki Yengenin' , yıllarca biriktirdiği takvim terekelerini evin ortasına getirip bıraktığında, ilk şaşkınlığı üzerinden atan edibin, bir zaman sonra, ilk duyumsayışıdır değişen zamanı. Saatler 24'e kurulduğunda, Bad-ı Semum, zehirli rüzgar zamanları; Eyyam-ı Bahur o eski takvimlerde kalır. Yeni bilme biçimleri yalıların, köşklerin, kayıkhanelerin, fakirhanelerin kapısını çalmaya başlar. Zaman, içindeki her şeyle uyum içinde, salınarak, dalgalanarak yakamozlanırken; filiz kıran rüzgarlar çiçekleri düşürür zamanın dev gövdesinin dibine.
Bebek sahilde, billur gibi sularda ayaklarımızın arasında dolaşan çinakoplar, istavritler; bir akvaryumun camından bakıyorduk, güneş, ince, sıcak iplikler salıyordu bizden önce, bir olta gibi kum zemine...
Ne garip, benim çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın İstanbul özlemi, büyüklerimizin o majör ağıtlarının zamanı.
C. Atik
'Kanlıca 'daki Yengenin' , yıllarca biriktirdiği takvim terekelerini evin ortasına getirip bıraktığında, ilk şaşkınlığı üzerinden atan edibin, bir zaman sonra, ilk duyumsayışıdır değişen zamanı. Saatler 24'e kurulduğunda, Bad-ı Semum, zehirli rüzgar zamanları; Eyyam-ı Bahur o eski takvimlerde kalır. Yeni bilme biçimleri yalıların, köşklerin, kayıkhanelerin, fakirhanelerin kapısını çalmaya başlar. Zaman, içindeki her şeyle uyum içinde, salınarak, dalgalanarak yakamozlanırken; filiz kıran rüzgarlar çiçekleri düşürür zamanın dev gövdesinin dibine.
Bebek sahilde, billur gibi sularda ayaklarımızın arasında dolaşan çinakoplar, istavritler; bir akvaryumun camından bakıyorduk, güneş, ince, sıcak iplikler salıyordu bizden önce, bir olta gibi kum zemine...
Ne garip, benim çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın İstanbul özlemi, büyüklerimizin o majör ağıtlarının zamanı.
C. Atik
9 Aralık 2014 Salı
Hatırlamak
Betimleme; yaklaştıran ve sınırı çizen... Diğerinin gizemini, karanlık bir sihirbaz gibi, zamanı belirsiz bir ana saklayan, son gösteri hayaliyle kandırılan okuyucu... Öyledir; yazarın kendisi bile o denli emin olamaz. Edebiyat gizemdir ve asıl saklanan yazardır.
...Nabızda atan o okumalar ne tekinsiz.
C. Atik
...Nabızda atan o okumalar ne tekinsiz.
C. Atik
8 Aralık 2014 Pazartesi
Hatırlamak
Yazan hatırlar önce; o kışın hatırı kaldı bende, yorgandan çıplak ayağımı çıkardığımda zemini kaplamış o taze yarı soğuk, ayaklarımdan kalbime yürümüştü, hiç unutmadım. Tam yirmi gün evden çıkmamıştım, her şeyim vardı... Her şeyi örtmüştü neredeyse, dünyanın hikayesini durdurmuş, beni sarıp sarmalamıştı. Papaz erik ağacı hüzünlü ama ürkütücü bir heykele dönüşmüştü. Ne erik yapardı ağaç; öyle sahte, içi yarı su dolu, pazarcı kurnazının çığırarak okutmaya çalıştıkları zavallı eriklerden değil; neredeyse yabani elma büyüklüğünde, kütür kütür ve baharatlı, kekremsi bir ekşiliği vardı. Bir daha böyle bir eriğe rastlamadım, tezgahlara şöyle göz ucuyla bakmam yeter, o acı, puslu, vahşi yeşil rengi nerede görsem tanırım.
...Kar kalkacak, dünyanın zili çalacak diye içimi çocukça bir korku sarmıştı. O uğursuz zil çaldı, bir kızıl tilki gibi eşeledi pekmezlik kardan oyuğumun zayıf tavanını. Bir tarla faresi ürkekliğiyle çıktım, ıslak, şıp şıp damlayan sokaklarına şehrin.
C. Atik
...Kar kalkacak, dünyanın zili çalacak diye içimi çocukça bir korku sarmıştı. O uğursuz zil çaldı, bir kızıl tilki gibi eşeledi pekmezlik kardan oyuğumun zayıf tavanını. Bir tarla faresi ürkekliğiyle çıktım, ıslak, şıp şıp damlayan sokaklarına şehrin.
C. Atik
Hatırlamak
Kafka, çoğunlukla edebiyatın karanlık yüzünde, geçici, gotik, bir ergen-yetişkin bunalımıyla özdeş; ''kriz dönemlerinde'', küçük burjuvanın sahte nihilizminin sıcak şerbeti, kendi kendine pek bilinçli olarak uygulamayı seçtiği ters psikolojisidir. Bir kesimin ona bakışı bu yöndedir.
Ancak, minör metinlerinin biçtiği hiçliği taşımak öyle pek kolay değildir doğrusu. Kalpleri bir gecede kimsesiz bırakılanlar, azı dişlerini kanlar içinde kanırtarak, kendileri çekenler; tanıdık seslerin kurduğu dili artık anlayamayanlar, başka bir gezegene sürülenler, ötekinde, kendi çirkin yansımalarına dayanamayanların cana susamışlığıyla, linç teşebbüsleriyle yüz yüze gelenlerin sofrasına oturabileceği bir yazımdır, gerçektir... Bir Habil Kabil öğretisi, insanın şiddet türlerindeki yaratıcılığını işaret edendir.
...O metinlere gerçekten sokulabilmek, o soğuk cama dokunabilmek çetin bir mesele. Hem firavunuyla karşılaşınca, Musa'ymış gibi yazmak yerine, rollerin şiddeti karşısında içe ve dışa salınan tiksintiyi böcek metaforuyla imlemesi, zamanın donduğu, gözlemci ve gözlenenin tek bir şok dalgasında, bir daha asla kurtulamayacakları, bir daha hiç bir şeyin aynı olamayacağı negatif bir tekilliktir.
Karşı Sanat'taki yerleştirmede, Kafka'nın metinlerine sokulmanın güçlüğüne işaret etmiş, bir taşıyıcı paletin üstüne Kafka'nın vesikalığını, kes-yapıştırmış, işi bir odanın köşesinde, tavanından klostrofobik bir ışık olduğu halde, bir kapıyla oraya kapatmıştım. İzleyicilerin işi görmelerinin tek yolu, eğilerek, kapı deliğinden bakmaktı.
Selim İleri'nin, Halit Ziya Uşaklıgil'in talihsiz oğlu Vedat'ı daha çok merkeze aldığı araştırma-denemesini okuduğum günün gecesinde bir düş gördüm; şeffaf iki odaya tam karşıdan, çok kalın bir camın bir kesit olarak kompozisyonu ikiye böldüğü bir noktadan bakıyordum. Sağdaki odada ben, soldaki odada da Selim İleri, elleri cebinde olduğu halde, belli ki, daha önceden başlamış konuşmamızın ileri noktasında bir şeyler söylüyordu bana. Mekanı iki ayrı evrene ayıran camdan biraz geride, bir mesafede duruyorduk her ikimiz de. Edibin arkasında cama yaklaştıkça silikleşen, çok zengin bir imgelem belli belirsiz bir pelerin gibi ağır aksak salınıyordu. Ben de kendi imgelemimi sürükleyip getirmiştim, bu paralel evrene... Her birimiz kendi öznel evreninin, anlattığı, yaşadığı öykünün mahkumuydu.
O sınır neydi peki? Aşılabilir midir? Yazar ve okuyucu temasının, bu mekanın poetikasının, personasının sırrı nedir?
C. Atik Kolaj: C. Atik
Ancak, minör metinlerinin biçtiği hiçliği taşımak öyle pek kolay değildir doğrusu. Kalpleri bir gecede kimsesiz bırakılanlar, azı dişlerini kanlar içinde kanırtarak, kendileri çekenler; tanıdık seslerin kurduğu dili artık anlayamayanlar, başka bir gezegene sürülenler, ötekinde, kendi çirkin yansımalarına dayanamayanların cana susamışlığıyla, linç teşebbüsleriyle yüz yüze gelenlerin sofrasına oturabileceği bir yazımdır, gerçektir... Bir Habil Kabil öğretisi, insanın şiddet türlerindeki yaratıcılığını işaret edendir.
...O metinlere gerçekten sokulabilmek, o soğuk cama dokunabilmek çetin bir mesele. Hem firavunuyla karşılaşınca, Musa'ymış gibi yazmak yerine, rollerin şiddeti karşısında içe ve dışa salınan tiksintiyi böcek metaforuyla imlemesi, zamanın donduğu, gözlemci ve gözlenenin tek bir şok dalgasında, bir daha asla kurtulamayacakları, bir daha hiç bir şeyin aynı olamayacağı negatif bir tekilliktir.
Karşı Sanat'taki yerleştirmede, Kafka'nın metinlerine sokulmanın güçlüğüne işaret etmiş, bir taşıyıcı paletin üstüne Kafka'nın vesikalığını, kes-yapıştırmış, işi bir odanın köşesinde, tavanından klostrofobik bir ışık olduğu halde, bir kapıyla oraya kapatmıştım. İzleyicilerin işi görmelerinin tek yolu, eğilerek, kapı deliğinden bakmaktı.
Selim İleri'nin, Halit Ziya Uşaklıgil'in talihsiz oğlu Vedat'ı daha çok merkeze aldığı araştırma-denemesini okuduğum günün gecesinde bir düş gördüm; şeffaf iki odaya tam karşıdan, çok kalın bir camın bir kesit olarak kompozisyonu ikiye böldüğü bir noktadan bakıyordum. Sağdaki odada ben, soldaki odada da Selim İleri, elleri cebinde olduğu halde, belli ki, daha önceden başlamış konuşmamızın ileri noktasında bir şeyler söylüyordu bana. Mekanı iki ayrı evrene ayıran camdan biraz geride, bir mesafede duruyorduk her ikimiz de. Edibin arkasında cama yaklaştıkça silikleşen, çok zengin bir imgelem belli belirsiz bir pelerin gibi ağır aksak salınıyordu. Ben de kendi imgelemimi sürükleyip getirmiştim, bu paralel evrene... Her birimiz kendi öznel evreninin, anlattığı, yaşadığı öykünün mahkumuydu.
O sınır neydi peki? Aşılabilir midir? Yazar ve okuyucu temasının, bu mekanın poetikasının, personasının sırrı nedir?
C. Atik Kolaj: C. Atik
7 Aralık 2014 Pazar
Hatırlamak
Hatırlamakta hatır var... Başka bir hayata tanıklık etmenin farklı yolları vardır. Av. Süreyya Ağaoğlu Sokak Tezgören Apartmanı 24/2 Teşvikiye'nin ben de, içinde, sebeplerinde, beni de içine katan hayatların hatırı vardır.
Büyük, fırtınalı, tutkulu, bohem bir aşkın, çevresini de az çok tutuşturduğu, kızdırdığı bir sevdanın çocuk bahçesinde; garezlere kör, dostluklara, resme, felsefeye şımardığımız o dairedeydi sanki çekirdeği, daha sonraları hüzünlere doğru sürgün veren ömür ağacımızın. Ama sözünü etmek istediğim şimdilik bu değil, belki daha sonra, cesaretimi toplarım.
O da bizim gibi ressam, Sayın Mina Sanver'den kiralanmıştı daire. İki aşığın da sanatçı olmasına gıpta eder ''sanatçı, sanatçıyla birlikte yaşamalı'' derdi.
...Sevgilim bana, evde bazı küçük eşyalarla, kitap ve dergilerin bırakıldığını söylemişti. Metalürji ve psikolojiden, tıp alanındaki bazı branş kitaplarına kadar bir seçki hatırlıyorum. Bizim gibi ressamlar için, öyle kolayca atılır cinsten değillerdir. İmgelem yoluyla, düşüncede eşelenmek için biriktiririz, karıştırırız; bir gün işi'mize yarar, elde tutarız. Argos'lar vardı; çoğunlukla birbirlerini ardışık olarak takip eden sayılar. İçlerinde Arap ABC' si ile yazılmış, notlar, metinler; metinleriyle, kendine has bir incelik ve melodiyle, Türkçe olarak güreşe tutulmuş, gazetelerin sanat sayfalarından kupürler, düşüncenin skeçleri çizimler...
Argos'lar... Sayın Selim İleri'nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı, doksanlara damgasını vuran, nitelik olarak hacimli, her zaman olduğu gibi tartışmaya açık, canlı bir mecra.
Hatırlamaktan hatıra, zamandan zamana bir gönüllü sürüklenişti benimkisi. Bir nostalji hissiyatından öte; tek bir anda saplanıp kalmadan, kendi içinde çoğalan, sonsuzlaşan fraktallar misali bir gece başladım okumaya. Bu metinler düzleminin zamanda gitgide büküldüğünü, kusursuz bir dairenin sonsuza açılarak yükseldiğini görebiliyordum. Abdülhak Şinasi Hisar'da zaman olgusu, 'Kanlıcada 'ki Yengemiz', Halit Ziya Uşaklıgil'in o meşum kaderi, Osmanlı donanma şenliklerindeki, yabancı sefirleri ve yazarları büyüleyen teknoloji, sınai... Kadıköyü, Fenerbahçesi...
Selim İleri'nin, başka bir yazarın evreninde gönüllü mahpusluğu...
Takip edecek yazının konusu...
C. Atik
Büyük, fırtınalı, tutkulu, bohem bir aşkın, çevresini de az çok tutuşturduğu, kızdırdığı bir sevdanın çocuk bahçesinde; garezlere kör, dostluklara, resme, felsefeye şımardığımız o dairedeydi sanki çekirdeği, daha sonraları hüzünlere doğru sürgün veren ömür ağacımızın. Ama sözünü etmek istediğim şimdilik bu değil, belki daha sonra, cesaretimi toplarım.
O da bizim gibi ressam, Sayın Mina Sanver'den kiralanmıştı daire. İki aşığın da sanatçı olmasına gıpta eder ''sanatçı, sanatçıyla birlikte yaşamalı'' derdi.
...Sevgilim bana, evde bazı küçük eşyalarla, kitap ve dergilerin bırakıldığını söylemişti. Metalürji ve psikolojiden, tıp alanındaki bazı branş kitaplarına kadar bir seçki hatırlıyorum. Bizim gibi ressamlar için, öyle kolayca atılır cinsten değillerdir. İmgelem yoluyla, düşüncede eşelenmek için biriktiririz, karıştırırız; bir gün işi'mize yarar, elde tutarız. Argos'lar vardı; çoğunlukla birbirlerini ardışık olarak takip eden sayılar. İçlerinde Arap ABC' si ile yazılmış, notlar, metinler; metinleriyle, kendine has bir incelik ve melodiyle, Türkçe olarak güreşe tutulmuş, gazetelerin sanat sayfalarından kupürler, düşüncenin skeçleri çizimler...
Argos'lar... Sayın Selim İleri'nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı, doksanlara damgasını vuran, nitelik olarak hacimli, her zaman olduğu gibi tartışmaya açık, canlı bir mecra.
Hatırlamaktan hatıra, zamandan zamana bir gönüllü sürüklenişti benimkisi. Bir nostalji hissiyatından öte; tek bir anda saplanıp kalmadan, kendi içinde çoğalan, sonsuzlaşan fraktallar misali bir gece başladım okumaya. Bu metinler düzleminin zamanda gitgide büküldüğünü, kusursuz bir dairenin sonsuza açılarak yükseldiğini görebiliyordum. Abdülhak Şinasi Hisar'da zaman olgusu, 'Kanlıcada 'ki Yengemiz', Halit Ziya Uşaklıgil'in o meşum kaderi, Osmanlı donanma şenliklerindeki, yabancı sefirleri ve yazarları büyüleyen teknoloji, sınai... Kadıköyü, Fenerbahçesi...
Selim İleri'nin, başka bir yazarın evreninde gönüllü mahpusluğu...
Takip edecek yazının konusu...
C. Atik
5 Aralık 2014 Cuma
4 Aralık 2014 Perşembe
Fragmanlar
Kant'a saygıyla...
Felsefe, insan için, her zaman tamamlanmadan kalan bilgeliğe ulaşma çabasıdır.
Ben, insan olarak, kendim için uzamda ve zamanda bir duyu nesnesiyim; aynı zamanda da bir anlam nesnesi - bir kişiyim: dolayısıyla, hak sahibi bir varlığım.
Düşünce düşünenden önce midir? Işık görenden önce midir?
Dünyayı bilmek isteyen, önce onu kurmak zorundadır, hem de kendi içinde.
Dünyanın içindeki insan, dünyanın bilgisine aittir; ama dünya içinde ödevinin bilincindeki insan, görünüş değil, kendinde varlıktır; şey değil, kişidir.
Kolaj: C. Atik
Felsefe, insan için, her zaman tamamlanmadan kalan bilgeliğe ulaşma çabasıdır.
Ben, insan olarak, kendim için uzamda ve zamanda bir duyu nesnesiyim; aynı zamanda da bir anlam nesnesi - bir kişiyim: dolayısıyla, hak sahibi bir varlığım.
Düşünce düşünenden önce midir? Işık görenden önce midir?
Dünyayı bilmek isteyen, önce onu kurmak zorundadır, hem de kendi içinde.
Dünyanın içindeki insan, dünyanın bilgisine aittir; ama dünya içinde ödevinin bilincindeki insan, görünüş değil, kendinde varlıktır; şey değil, kişidir.
Kolaj: C. Atik
1 Aralık 2014 Pazartesi
Uykuda
...Dünya düşünden uyanmak... Bu nasıl olur?
Uykudakilerle nasıl konuşmalı, onlara nasıl davranmalı; bu çoğu zaman pek tehlikeli.
Derin bir uyku sonrası, ender anlarda, geçici, sersemlemiş, yarı uyanıklıkla, derin uykudaki birine nasıl seslenmeli?
C. Atik
Uykudakilerle nasıl konuşmalı, onlara nasıl davranmalı; bu çoğu zaman pek tehlikeli.
Derin bir uyku sonrası, ender anlarda, geçici, sersemlemiş, yarı uyanıklıkla, derin uykudaki birine nasıl seslenmeli?
C. Atik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)