Yazan hatırlar önce; o kışın hatırı kaldı bende, yorgandan çıplak ayağımı çıkardığımda zemini kaplamış o taze yarı soğuk, ayaklarımdan kalbime yürümüştü, hiç unutmadım. Tam yirmi gün evden çıkmamıştım, her şeyim vardı... Her şeyi örtmüştü neredeyse, dünyanın hikayesini durdurmuş, beni sarıp sarmalamıştı. Papaz erik ağacı hüzünlü ama ürkütücü bir heykele dönüşmüştü. Ne erik yapardı ağaç; öyle sahte, içi yarı su dolu, pazarcı kurnazının çığırarak okutmaya çalıştıkları zavallı eriklerden değil; neredeyse yabani elma büyüklüğünde, kütür kütür ve baharatlı, kekremsi bir ekşiliği vardı. Bir daha böyle bir eriğe rastlamadım, tezgahlara şöyle göz ucuyla bakmam yeter, o acı, puslu, vahşi yeşil rengi nerede görsem tanırım.
...Kar kalkacak, dünyanın zili çalacak diye içimi çocukça bir korku sarmıştı. O uğursuz zil çaldı, bir kızıl tilki gibi eşeledi pekmezlik kardan oyuğumun zayıf tavanını. Bir tarla faresi ürkekliğiyle çıktım, ıslak, şıp şıp damlayan sokaklarına şehrin.
C. Atik