22 Kasım 2010 Pazartesi

Tarihin Karşısında




Tarihin karşısında nereden buluyorsam buluyorum bu gücü işte; bir gün gelecek evrenin sonsuzluğunda, bir hiçe dönüşeceğim, isimli fırtınaların öncü rüzgarının kaldırdığı isimsiz bir toz zerresi. Diken çıkartmak; bir yanı acı, bir yanı şifa dediydi sevgili. Varlık hem yokluktur, silmektir, elekten geçmek. Bahsi geçenleri, sessiz, sen-bensiz akşamlarda yokluk bahsine koymak gelir ya içinden, işte özgürlük, yelkenler fora…Böyle bir çağırır gider, içindeki dağların, göllerin, ormanların sınırlarında gezinir ruhun; gelir orman dayanır, bir yarın tepesinde durur seyirlik, çarşak olur, kumul olur kucaklaşmadan nehirle. Ovada yüklenmiştin denkleri, bıraktın artık kibrit kutusundan yan yatmış evlerin berisinde. Varlığını sana aşikar eden, aşka cüretkar ağacın gözlerinin önünde. Sen bir hiçsin, benin sınır dışında gezindiydin oraları, dönmek bedeli mi? Kadim geçitler, sınırlar; ötekine varlığını veren o tümden aşk selamı ara bölgeler. İstihza ki, ben ancak bunu diyebiliyorum, varsın başkası söylesin ötesini; insanın ifrazatı o benden utanmış, boynunu bükmüş, aşılmazlığını, sarsılmaz gücünü kendinden bilmeyen kendinde asalet… Uzaklaştırmış kendinden, susuzluk gibi asaleti, bir yakalayabilsen, soluyabilsen, içebilsen, nihayet tarihten kaçabilsen hepten oralara.

Ama yok, varlığın kemaline yol bu tarih. Tarih, talihinle böyle açılırsa, ne cehalet durabilir önünde, ne de barbarlık. Gulyabanilere bir masal yazdırmak, o koskoca tarihi yolun irfanı için kendi öyküne dönüştürmek de mümkünken bu düşsüzlük niye? Gübreyle gürbüz olur, çiçek yırtılarak çoğalır, uzay-zaman tozlaşır, kendine yeni bir evren döllersin böyle.

a-priori