Bilincin dönüştürülmesi; algının kirli, donmuş retinasına ‘’terörist’’ bir saldırı. Avangard sanatçının büyük ülküsü… Derin bir şokla gerçekleşebilecek büyük dönüşümle özetlenebilir onun ideası. Bütün ‘’ciddi’’ sanatçıların düşünü gördüğü bu şok sağaltımdır. Televizyon Çağı’nın ‘’ilkel uyuşukluğu’’ içinde, eylemi, asabiyeti bizim adımıza gerçekleştiren, bizi temsil etme yetkisini verdiğimiz, hayatımız boyunca karşılaşamayacağımız simülakrumlardır beyaz ekranlardaki. İmaj mecranın aşılamaz, kendi kendini durmadan çoğaltan yapısı Avangard sanatçıyı kızdırır. Çünkü uzunca bir süredir tüm düşünce protokolleri çalınmış, üstelik toplum mühendisliği ile işsiz bırakılmıştır. İdeasının, gizli servisler ve teröristlerce uzun uzadıya planlanarak medyatik projelerle farklı şekillerde de olsa gerçekleştirilişini izlemek dayanılmaz olmalı.
Algı tiyatrosu ve didaktik performansların verimliliği tartışmasını uç noktalara taşıyan, 11 Eylül saldırısını bilincin ele geçirilmesi ve dönüştürülmesinin anıtı saymak cüretini gösteren ‘’ciddi’’ sanatçıların söylemeye çalıştığının aslında ne olduğunu biliyoruz; elbette bilinci ele geçirmek üzere yapılan uzun ve karmaşık hazırlık, medyanın üşüşeceği büyük bir ‘’performans’’ ve yokluğun bilinçlerde yaratacağı sonuçlar ve benzeri nedenler onları tahrik etmiş olmalı. Kolay, neredeyse emeksiz imaj satış marketlerinden taksitlendirerek alışveriş yapılabilinir bugün. Ancak günümüz sanatçısının Avangard hırsına referans olacak, ona cazip gelecek çok fazla ürün ve bağ var gibi görünür. Ayıklama… Nasıl? Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıntılarının müze müdürlerince yağma edilişi - ayıklayarak ve kesinlikle estetiği gözeterek- imajların çoğaltımına, kendi kendini üretme yeteneğine örnektir. ‘’Her şey onlara hizmet eder…’’
‘’Devrim, hemen şimdi’’ düşüncesi ile sanatçının bu düşünceyle her devir çatışan izleği arasındaki uzaklığın kapanmakta olduğunu söyleyebilir miyiz? Buna verilecek kesin bir evet cevabı gerçek, özgür sanatçının ağzından çıkamaz. Bütün ‘’devrimler’’ önce sanatçıları yer. O iç terörün dengesini, sanatla ifadesini bulan kendisiyle kavgalı bir bilincin içinde kurar. Bunca tetikleme içinde naif bir düşünce olarak gelecektir bu.
Başka ‘’naif’’ bir yol pek bilinmez; Sufi mutasavvıfların izleği kademeli bir uyanışı, yıkımı sıfıra indirecek bir yeniden üretimi mümkün görür. Neredeyse tüm disiplinlerin eğitiminden geçtiklerini, birçoğunun bilim alanında bugünde kullanılan yöntemler bulduklarını söylemeye gerek var mı? Yani genel imaj yanlıştır. Yazının temelinden bakılarak, kalpten yani tinden yola çıkmak, değişik bakış açılarından vazedilen şokun bilinçte kaybettirdiği gerçeklerin/zaman kesitinin önemli olduğu vurgusudur. Doğumun tam ve eksiksiz olması için gerekli olan…
Şu veya bu şekilde insanlık tarihi ikinci yolu deneyerek 19. yüzyıla kadar gelebilmiştir. Ancak bu yüzyıl bilinçte büyük bir yırtığın oluştuğu yüzyıl olarak tarihlenecekti. Henüz başlarda dünyanın geri kalanının – sanayi devrimi dışında kalmış tüm ulus ve imparatorluklar- çok azı bu dönüşümü hissetmişlerdi. Artık var oluş sorununa biçimlenerek ölüm-kalım arasında seçim demek olacaktı. İmaj bombardımanı başlamış, kültürleri delik deşik ediyordu. Bir meteor yağmuru kadar ışıltılı ve parlaktılar ama bu düştükleri yer için geçerli değildi. Alışıldık olanın, hep göz önündeki kanıksanmışlığın yok oluşu. Yitikliğin yarattığı boşluğu doldurmak isteyen iştahlı fikirlerin büyük bir telaşla bu boşluklara seğirtişleri, akınları. Zihin uzayın bir parçasıydı ve boşluk kabul etmeyecekti. Ne aranırsa vardır boşluklara akın düzenleyenler arasında; Kapitalizm, Komünizm, Faşizm, Anarşizm, Feminizm… İşte tam bu yüzyıl içinde Avangard sanatçıyı şımartacak çok şey olmasına rağmen, akıbet de kaçınılmazdı. Romantizm, peygamberanelik ve vahiy-devrimcilik önce Hollywood’a, daha sonra da Televizyona teslim olmuştu artık. En azından imajın paylaşılmasında yeryüzünde bir adaletten bahsedilebilinir. Okus pokus la sınıf ayrımını görünmez kılmakta Televizyona düşecekti. Batıda sanatçının önceki imaj danışmanı soylu sınıftı, zenginlik ve soyluluğun imgeleriyle yan yana durduğunda sanat ve sanatçı bu sahte ışıklarla parlayabiliyordu ya da öteki. Üflenen bir ruh… ‘’İlkel uyuşukluk’’ yüzyılında imajla yorgun düşürülmüş, post modernizmle de narkoloptikleştirilmiş insanların Avangard ressamların, edebiyatçıların ‘’kaçıklıklarıyla’’ uğraşacak zamanları hiç olmayacaktı. Ortalama fikirlere, ortalama hayatlara sahipken ve bunlara sahip olmak ayrıcalık olarak sunulmuşken ne diye ‘’sürdürülebilinir’’ habitat bozulsun. Prenses Diana’nın düğününü size özelmişçesine izlemek, bir gece önce yedikleri özel yem nedeniyle kraliyetin ‘’kutsal’’ atlarının standart, parlak boklarını gelişmiş kameraların zumlarıyla önünüzdeymişçesine seyredebilmek bir yüzyıl önce hangi altsınıfa nasip olurdu bir düşünün. Gerin, kaşın ve rahatla her şey güzel olacak… İmajın gücü anlaşılmıştır artık.
Nükleer mantar Hiroşima’yı aydınlattığında, projenin sahiplerini ele geçiren hırs bu korkunun kaymağını uzun süre yiyecek olmaları düşünde gizliydi. İmaj gerçekte şimdi patlamıştı. Amerika’nın Golem’i… Şok dumura uğratır, felç eder, güvenli alanınız, aidiyetiniz parçalanır. Siz ne olup bittiğini anlayıncaya dek yeni bir dünya kuruluverir. Bush ve Blair’in fırsattan istifade çıkarttığı anti-demokratik yasaları kaç kişi hatırlıyor.
‘’Ölmeyi bile gerçekten isteyemiyoruz’’. Birleşik Devletlerin karanlıkta bırakılmaya çalışılan bir tarihi vardır, sadece Cat Müzikali, Marilyn Monroe, Mc Donalds vb. imajların negatif gerçekliğiyle ifade etmenin hafif kaçacağı bir tarih. Entelektüel katiller, hapishanelerde ‘’aydınlanan’’ kıyıcılar, kan performanslarına alkış tutan sanatçılar… Rus romancılığının yanına bile yaklaşamayacağı nicelik ve ‘’nitelikte’’ eserler, ‘’gerçek’’ nihilistlerin manifestoları.
Bilincin ele geçirilmesine yönelik bir imaj baskını çağındayız ve baskın basanındır. Ancak bu kabul başka bir kuvveti onun karşısına diker; uzun meşakkatli bir yol, mutlu bir istila. Mao II’ nin kahramanı Bill Gray’in çocukken oynadığı bir oyunun kurallarını kuşatan bir söylem. Yankee Stadyumunda oynanan unutulmaz bir maçın hem anlatıcısı, hem dinleyicileri ve hem de oyuncuları olmak olarak özetlenebilecek uhrevi bir oyun. Yüksek bir bilinçte kendini unutturmak, kaybetmek. Ama Bill Gray bunu yazarını saklamak için söylemekle görevlidir. ‘’Özgül-tekillerin matrisi’’ Amerikan halkı…
Sanat verili, pozitivist dünyayı yıkacaksa, - en azından taşınan üst söylem budur – sufiler, var olanın ‘’canına kastetmeden’’ dünyayı sıfır noktasından geçirerek bunu yapma iddiasındadırlar. İddia da dava taşımaz, manayı üretmek çilenin gerekçesidir. Çile yöntemleriyse imaj üretimine, bununla beslenmeye izin vermez. 15 Dakikalık ün dışındadır. Ruhun ya da maddenin içine sızmış şeytan iddiası çürütülmekle kalmaz, bütün bu vehmedişlerin çukuruna inilir, orada karşılaşılan insanın karanlık tarafıdır. Asıl önemli nokta bunun belirli protokoller izlenerek üretilmiş/tetiklenmiş olması gerçeğidir. Kurgulanmış bir teatral zeminde uyanmayı geciktiren bir var oluş modelinin sunulmaya çalışılmasıdır. Öteki modelin farkında olunmadığı ise doğru değildir, kimi zaman sondaj noktalarının belirlendiği, gelecekte üzerine daha fazla eğilmek üzere şimdilik dosyalandığı fikri akıllıca olanıdır. Hangi entelektüel odacıktan, hangi aygıtın ne yapılmak üzere devşirileceği de ayrı bir süreç olarak hala ortadadır.
Nüfuz etmek, bilgi çarpıtma için çalmak. Ancak kimden ve hangi derinlikte. Bu sorulara, öteki yöntemin binlerce yıl içinde geliştirdiği izlekten yüzey taramayla kolay cevaplar vereceği beklenmesin.
Batı Heidegger’i tekrar okur mu bilinmez ama insanın kalıba dökülme çabalarını her fırsatta reddetmesini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Nihayetinde Batı için daha anlaşılır bir dildir bu.