16 Ekim 2018 Salı
30 Ağustos 2017 Çarşamba
27 Ağustos 2017 Pazar
10 Mart 2017 Cuma
12 Aralık 2016 Pazartesi
10 Kasım 2016 Perşembe
30 Ekim 2016 Pazar
24 Ekim 2016 Pazartesi
4 Ekim 2016 Salı
Ölümsüz Eşek Arısı
Uyutmadı bir şeyler işte, bir
nöbet gibi… Sabahı karşıladım balkonda, bir davet gibi… Keskin, tertemiz havaya
karışmış, nereden geldiği belli olmayan benzin kokusu… Sabahın tevazu olduğunu anladım, saf, sessiz,
temizleyen bir tevazu.
Sonra tevazu anlattı bana
kendini, kelime, kelime, serin serin sabahın kalbinde. Tevazu, ruh
misafirhanesinin selamlığıymış, yürekli konukseverlikmiş, yürekli konuğa; muhabbetin
edepli kalbi, tatlı bir dalgalanma, bir dansın uzatılan fildişi eli… Rintçe, pek
rintçe… Boyun bükmeye eşlikçi tatlı gülümseme, küçük, bereketli sofra; baştan
sona dost. Bana ağlamıştı, günün en çıplak, en feyizsiz, orta saatlerinde oysa.
‘Her şey söylendi’ dediler,
‘söylenmedik bir şey kalmadı’ dediler, üstü kalsın, pekiştirerek. Ölüler… Tevazu
gerek bize; konuk sevmeze, ancak bir şaşkın konuk olmaz mı, bir yolunu
kaybetmiş, bir zavallı.
Mahzun olmaktan korkma, öyle
bir merdivendir ki; boyun bükerek aşağı indikçe, yıldızların kokusunu
duyacaksın. Bir yalnız, öyle bir yalnız ki, göğsü çürümüş kimsesizlikten, ancak
o açar, fakirhanesinin tüm kapı, tüm pencerelerini, yolun, havanın, kurdun,
kuşun sesine. Rüzgârın sesine, sabahın soluyan nefesine…
Seni gidi, kibirli meşe… Bak,
yazdırdı adını, mazından mürekkep, ölümsüz eşek arısı.
23 Eylül 2016 Cuma
18 Eylül 2016 Pazar
Uğurlar Olsun ...
Hayatını biçimlendirdi; Mustafa Kemal, Nazım Hikmet ve Atilla İlhan.
'' Kahramanlar için söylenenler, onların kanatlarını dahi aşamadı ''
Selma Akın
11 Eylül 2016 Pazar
Corto Sen Kimsin?
Başkalarının
kâbusundan kendi düşlerimize uyanmak daha bir güç… Bir düğmeyi açar gibi şak
diye giriveriyorsun âdemlerin zehirli fantasmalarına. Katman katman bir heyula
bu ortak bilinç ya da bilinçsizlik; öyle ya, bize göre bu çirkinliği nasıl
deşifre edebilirdik ki. Zamanın bir yerinde bir doz almış olmalıyız,
aynısından, yılan zehri gibi yani, bağışıklık cenahından. İktidar, cehalet,
dizginsiz arzular, sahiplik, tiranlık, gösteriş; sırasız, karışık ve zamansız…
Bu
yoğunluğun içinde, bir şeyin bizden duman olup gitmesine izin yok; bir gaz
bulutundan müteşekkil bir gezegen gibi, hep hayret ederim böyle düzgün
kürelere, acırım da… Enceladus’ u izlemek her zaman keyif vermiştir;
kutuplarından devasa buz gayzerlerinin karanlığa fışkırması, kendinden kaçış gibi.
Kendisini, buzdan imal ettiği bir aynadan izleyebilen, tanrılara karşı çıkan
bir anti kahraman.
Ama
hayatın gerçekleri öyle değildir işte; tam da yaşamaya alıştırıldığımız
gibidir. Alıştırıldığımız gibi… Aklıma burada nötrinoların gelmesi rastlantı değil
elbet. Çökmek üzere olan yıldızlarından ilk kaçanlar onlar. Ademi hissedip, kozmik çorbaya
karıştırılmaktansa, bir tür sürgüne gidip, ilke olarak asla tutunamayacakları
her şeyin içinden geçiyorlar. Yakalayabilene ışıktan bir selam çakıp devam…
Evrenin
gerçeği olduğumuz doğru; yıldız çocuklarıyız bir bakıma ama yetersiz olur bu
açıklama. Nasıl, ne biçimde bir gerçeği? Benzetmelerin ötesinde bir gerçeklik
bu ama konumuz bu değil. Benzetmelerle yürümek gerekirse, içinde yaşadığımız,
kendimizi buradan gerçekleştirmeye çalıştığımız, var ettiğimiz, her nasıl
diyorsanız, işte o hayat kendi içine çökmeden az önce şov yapan bir cüce
yıldıza benziyor. Işıyor, en derin karanlıklara uzanacakmış gibi, nefes alıyor,
homurdanıyor… Ölüyor nihayet, ölüyor… Ölüyor, çiçek açmak için ölüyor. Kozmik
cesedinin güzelliğine vurgunuz…
Dayanması
güç böyle bir hayata, olsun… Eskilerin dediği gibi; dünya altüst oluyormuş,
olsun, belki altı üstünden daha iyidir.
Acımakta,
alçakça bir şeyler var bu günlerde… Acımak işbirliği kokmuyor mu?
5 Eylül 2016 Pazartesi
Şehriyar
Fotoğraf: C. Atik
Zamansız zamanın, mekânsız mekânın bir yerinde, sırtını
sonsuz ormanlara vermiş, derin mi derin,
küçük bir kaynak gölün ve onun tam ortasından daralarak, düz bir şekilde akan
bir nehrin, denize varmak için yolculuğuna başladığı bir yerde bir Bilge
yaşarmış. Kuşbakışı kadim anahtarlara benziyormuş, göl, nehir. Kaynak gölün
biçimlendirdiği bu temiz daire biçiminin gün batımı yönünde yerleşikmiş Bilge.
Bir gün batımı zamanında; Güneş, sonsuz ormanların arkasında,
karanlıkla söyleşiye dalmışken, onları dinlemeye başlamış sessizlik içinde
Bilge, bağdaş kurup oturduğu kaynak gölün sahilinde. Güneş ve Karanlığın
sözcükleri olan ışık ve gölgelerin, kaynak gölün sahilini baştan sona saran
gülleri pastel yangınına veren gösterisini izlemeye vermiş kendini.
Bir yandan da, dört genç öğrencisine verdiği ödevi
düşünüyormuş. Bağdaş kurup oturduğu minderinin üzerinde böyle beklemesinin bir
nedeni de, dört genç öğrencisinin, ödevlerini kendisine sunmak üzere gelmelerini
beklemesiymiş. Bu ödev, değerli dört genç öğrenciye, bizce sır bir kavramın
özüne yolculuk etmeleri için verilen ve yazıya dökmeleri istenen bir düşünce
ödeviymiş. Bu gözde gençler, tefekkürleri sonucu, belirli bir süre sonra çok
değerli bilgilere ulaşmışlar bu yolda.
Üstatlarının huzuruna çıkmak için bir araya gelen
gençler, bir süre sonra, tezleri yönünde küçük açıklamalar yapmaya başlamışlar
birbirlerine. Bir yandan kaynak göle doğru yürüyor, bir yandan da, öne
sürdükleri kendi özgün düşüncelerinin daha üstün olduğu yönünde, edeple,
gülüşerek, tartışıyorlarmış. Bu dört genç, tatlı rekabetlerinin ve birbirlerine
duydukları muhabbetin hoşluğu içinde, Bilge’nin huzuruna, kendilerini
duyabileceği mesafeye geldiklerini kavradıklarında, yüzlerinde aydınlık
gülümseyişlerle susmak dışında bir şey yapamayacaklarını anlamışlar.
Bilge’nin dingin, davet eden bakışlarıyla rahatlamış,
sırayla metinlerin bulunduğu eserleri uzatmışlar ona. Bilge’nin sessizliğini,
kıskançlıktan uzak, kendi aralarındaki tartışmalarıyla doldurmuşlar yine.
Bilge, eserleri büyük bir dikkatle incelemiş, her birinin özgünlüğünü ve öze
ermedeki çabayı görmüş. Gülümsüyormuş Bilge, içten, hem eserleri incelemeye
devam ederken, hem de kulak verirken sempatiyle öğrencilerinin söyleşisine.
Bilge çoktan karar vermiş, hangi öğrencisinin en çok yaklaştığına öze. Ancak bunu
kendiliklerinden fark etmelerinin, eğitimlerinin bir parçası olduğunu da
bilmelerini, kavramalarını dilermiş.
Bilge, eserlerden kafasını kaldırmasıyla, edepli şakalaşmalar
bitmiş, gülen, sessiz yüzler kalmış geriye. Hiçbir soru sormadan, konuşmalarına
izin vermeden demiş ki; her biriniz hoşlandığınız bir kuş türü seçin ve
biçimini, yapılış tarzını, süslemesini sevdiğiniz bir kuş kafesinin içine koyun
seçtiğiniz kuş türünü… Her biriniz bir gösteri arabası tasarlayın, kendi
estetik zevkinize, yaratıcılığınıza uygun olsun… İçinde kuşlarınızın bulunduğu
her bir kafesi, tasarladığınız bu gösteri arabalarının en üstüne sabit bir
biçimde yerleştirin… Bilge eklemiş; arabalarınızın sağ ve solunda bana
gösterilerini sergileyecek dörder kişilik bir gösteri grubu olsun… Bana hazır
olunca dönün, en iyi tasarım ve gösteri, kimin daha başarılı olduğunu
gösterecek… Hadi, gidin şimdi, kasabada dilediğiniz her şeyi bulacaksınız...
Öğrencilerinden biri, biraz öne çıkarak gülümsemiş; ‘
sizi anladım ‘ demiş. Bilge aynı ciddiyetle, eliyle yolculuğu sunmuş.
Öğrenciler, sevdikleri kuş türünü seçmiş, tasarımından
hoşlandıkları kafeslere koymuş, ellerinde kuş kafesleriyle, kaynak gölün küçük,
düzgün bir ırmağa dönüştüğü, üzerinde taştan bir köprünün bulunduğu yöne doğru,
kasabaya gitmek üzere, yine aynı edeple şakalaşarak, gülümseyerek yönelmişler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)