Verlaine ve Rimbaud’u içine çektiğinde ruhum daha çok
gençtim önsözsüz. Çapraz mı
asmıştım boylu boyunca sırtıma makinalı tüfeğimi yoksa sağ omuzumda mı
hatırlamıyorum. Çukurova’ya bakıyordum, bu çiçeklerin zamanı değildi
henüz, uzaktılar daha çok uzak. Karanlığa güzelleme kendi aydınlığımın ilk
ışıklarında, içimde bir canavar gibi kıpırdamıştı can sıkıntısı, atla yemekhaneye giren çingenenin tiksintisi.
Çingenelerin eline düşmüş atlara acımam bu yüzden…
…
Ne vardı içinde o balık ekmeğin hmmm…
Kendi kendime vapur
ama dikkat sadece ben.
İliklerimi ilikleyen
soğuk, ben dönüyorum sadece.
Dışında ne varsa ben.
İçimden geçiyor martılar sahiden içimden, bak Allahın işine,
düşmeden evvel.
Gözümün nuru can sıkıntısı bana beni anlat.
Ne az dinlemişim dilsiz, bir kulağımdan girmiş ötekinden
çıkmış gözlerin.
Ellerimle tuttum,
ısıttım bu kenti.
O da üzgün,
somurtuyor, daha acı böylesi.
Her gün acıyor içi
böyle.
Seni kıskanmışım işte; bana sormalıydılar o ağacı keserken,
O sokağın girişini yanlış vermezden evvel.
Kararınca gideceğim
işte,
Azığımda daha atılmamış simit parçaları martılara.
Sen de bir savaştan
çıkmışsın güzelim,
Ne güzel olmuşsun,
bir hayırsız doğurmuşsun.
Gündüz karanlığı ıslak gözlerin yine üşütüyor beni.
apriori