İncelenmesi en
gerekli konulardan biri de tıp; az da olsa bu konuda bir şeyler bilmeyen,
öğrenmeye çalışmayan hiç kimse yoktur. Oysa ben, görüyorsun bu alanda bir
kelime bile bilmiyorum. Bütün bunlar insanı sarıyor, kafasını kurcalıyor,
üstünde uzun uzadıya düşünecek, düşler kuracak malzeme sağlıyor. Beş yıldan
fazladır, ne kadar süre olduğunu tam bilmiyorum, işsiz güçsüz sayılırım, oradan
oraya dolaşıp duruyorum. Sense diyorsun ki: Belirli bir zamandan beri hep yokuş
aşağı gittin, iyice bozuldun, hiçbir şey yapmadın. Tümüyle doğru mu bu?
Kimi kez kuru
ekmeğimi kendim kazandım, kimi kez de bir dost, yüreğinin iyiliğinden, bir
dilim ekmeği bana verdi, burası doğru. Elimden nasıl geliyorsa öyle yaşadım,
iyi kötü, gelişigüzel; birçok kişinin güvenini yitirdim, doğru; parasal durumum
acınacak gibi doğru; geleceğim çok karanlık görünüyor, doğru; işlerimi daha iyi
yürütebilirdim, doğru; sırf ekmek parası kazanacağım diye çok vakit kaybettim,
doğru; çalışmalarım, incelemelerim de kötü, hatta umutsuz durumda şu sıra,
doğru; gereksinimlerim sahip olduklarımı çok aşıyor, evet. Ama buna yokuş aşağı
inmek mi denir, hiçbir şey yapmamak mı denir? Belki diyeceksin ki: Neden
herkesin senden istediğini yapmadın, neden üniversiteye devam etmedin? Buna
vereceğim tek yanıt şu: Masraflar çok ağırdı, üstelik o dediğin gelecek, şimdi
izlediğim yoldakinden daha iyi değildi.
Şimdi
tutturduğum yolu sonuna dek sürdürmek zorundayım; okumazsam, kendi bildiğim
gibi çalışmazsam, hiçbir şey yapmazsam, aramaktan vazgeçersem, işte o zaman yok
olurum. En acı yazgı olur benimki.
Şimdi, benim
görüşüm şöyle: Yılmadan devam etmek, devam etmek, gerekli olan bu. Bu kez
soracaksın: Kesin hedefin ne? Hedefim gittikçe kesinleşecek, ağır ağır ama emin
bir biçimde ortaya çıkacak – tıpkı kaba eskizin azar azar, üstünde ciddiyetle
çalışarak, başlangıçta belli belirsiz olan fikrin üstünde uzun uzadıya düşünülerek,
uçan, kaçacak gibi olan esini yakalayarak, resme dönüştürülmesi gibi,
sonsuzluğa dek aynı kalacak hale getirilmesi gibi… Vaizlerin de aynı sanatçılar
gibi olduklarını söylemeliyim sana. Bir yanda eski akademik ekol var, çoğu kez
tiksindirici, zorba, her türlü iğrençliğin bir araya geldiği bir yer; her türlü
ön yargıyı, köhne toplum değerlerini çelikten bir zırh gibi üstlerine geçirmiş
adamlar. Bu adamlar işin başında oldular mı mevkileri de ona göre dağıtıyorlar,
geliştirdikleri bürokratik bir sistem sayesinde kendi gözdelerine iyi yerler
vermek, başkalarını dışarıda tutmak hesabına düşüyorlar. Bunların Tanrı’ları
Shakespeare’nin sarhoş Falstaff’ının Tanrısı gibi, ‘’ le dedans d’une
eglise’’;* bu sözde vaiz beylerin dinsel ve dinsel konulardaki tutumu,
inanılacak gibi değil belki ama o sarhoş herifinkinden farksız (bunu kendilerine
söylesen şaşırabilirler, herhangi bir insani duyguya sahipseler tabii). Belli
olan şu ki, bu konulardaki körlüklerinin günün birinde açık görüşlülüğe
dönüşebilme tehlikesi hiç yok.
Durum böyle
olunca, onlarla aynı görüşte olmayan, tüm yüreği, tüm ruhuyla, toparlayabildiği
tüm kızgınlıkla karşı çıkan kişinin işlerinin kötü gitmesi olağan. Kendi payıma,
bunlar gibi olmayan akademiklere saygı duyuyorum. Ancak, saygın olanlar, ilk
anda inanamayacağın kadar ender. Şimdi işsiz olmamın, yıllardır bana iş
verilmemesinin nedeni, kendileri gibi düşünenlere iş vermeyi yeğ tutan o
beylerden daha başka düşüncelere sahip olmam sadece. Söz konusu olan yalnızca
giyim kuşamım konusunda ileri sürdükleri ikiyüzlü sakıncalar değil, inan bana
çok daha ciddi bir sorun var işin içinde.
Bütün bunları
neden sana anlatıyorum ki? Yakınmak için değil, belki de az çok yanlışlıklar
yaptığım olaylar için bir bahane uydurmak amacıyla değil, sırf sana cevap
vereyim diye. Geçen yıl beni görmeye geldiğinde, ‘’ La Sorciere’’ (Büyücü
Kadın) adını verdikleri ıssız çukurun oralarda yürüyüş yaptığımızda, bana bir
vakitler Ryswyk değirmeninin ve kanalın orada da birlikte yürüdüğümüzü
hatırlatmış, ‘’o vakitler birçok konuda aynı görüşteydik’’ demiştin. Sonra da
eklemiştin ama: ‘’O günden bu güne öylesine değişmişsin ki, aynı insan değilsin
artık.’’ Tümüyle doğru değil bu. Değişen şu ki, o zamanlar yaşamım bunca güç
değildi, geleceğim daha az karanlıktı; içim, içimdekiler, bakış ve görüş açım, düşünce
tarzım hiç mi hiç değişmedi. Herhangi bir değişme olmuşsa, o da şudur: eskiden
düşündüklerime, inandıklarıma, şimdi daha çok inanıyorum, eskiden sevdiklerimi
şimdi daha çok seviyorum.
*’'Bir
kilisenin içinde’’.
Devam edecek…