13 Nisan 2012 Cuma

Theo'ya Mektuplar / Cuesmes, Belçika, Temmuz 1880 - 2


İncelenmesi en gerekli konulardan biri de tıp; az da olsa bu konuda bir şeyler bilmeyen, öğrenmeye çalışmayan hiç kimse yoktur. Oysa ben, görüyorsun bu alanda bir kelime bile bilmiyorum. Bütün bunlar insanı sarıyor, kafasını kurcalıyor, üstünde uzun uzadıya düşünecek, düşler kuracak malzeme sağlıyor. Beş yıldan fazladır, ne kadar süre olduğunu tam bilmiyorum, işsiz güçsüz sayılırım, oradan oraya dolaşıp duruyorum. Sense diyorsun ki: Belirli bir zamandan beri hep yokuş aşağı gittin, iyice bozuldun, hiçbir şey yapmadın. Tümüyle doğru mu bu?

Kimi kez kuru ekmeğimi kendim kazandım, kimi kez de bir dost, yüreğinin iyiliğinden, bir dilim ekmeği bana verdi, burası doğru. Elimden nasıl geliyorsa öyle yaşadım, iyi kötü, gelişigüzel; birçok kişinin güvenini yitirdim, doğru; parasal durumum acınacak gibi doğru; geleceğim çok karanlık görünüyor, doğru; işlerimi daha iyi yürütebilirdim, doğru; sırf ekmek parası kazanacağım diye çok vakit kaybettim, doğru; çalışmalarım, incelemelerim de kötü, hatta umutsuz durumda şu sıra, doğru; gereksinimlerim sahip olduklarımı çok aşıyor, evet. Ama buna yokuş aşağı inmek mi denir, hiçbir şey yapmamak mı denir? Belki diyeceksin ki: Neden herkesin senden istediğini yapmadın, neden üniversiteye devam etmedin? Buna vereceğim tek yanıt şu: Masraflar çok ağırdı, üstelik o dediğin gelecek, şimdi izlediğim yoldakinden daha iyi değildi.

Şimdi tutturduğum yolu sonuna dek sürdürmek zorundayım; okumazsam, kendi bildiğim gibi çalışmazsam, hiçbir şey yapmazsam, aramaktan vazgeçersem, işte o zaman yok olurum. En acı yazgı olur benimki.

Şimdi, benim görüşüm şöyle: Yılmadan devam etmek, devam etmek, gerekli olan bu. Bu kez soracaksın: Kesin hedefin ne? Hedefim gittikçe kesinleşecek, ağır ağır ama emin bir biçimde ortaya çıkacak – tıpkı kaba eskizin azar azar, üstünde ciddiyetle çalışarak, başlangıçta belli belirsiz olan fikrin üstünde uzun uzadıya düşünülerek, uçan, kaçacak gibi olan esini yakalayarak, resme dönüştürülmesi gibi, sonsuzluğa dek aynı kalacak hale getirilmesi gibi… Vaizlerin de aynı sanatçılar gibi olduklarını söylemeliyim sana. Bir yanda eski akademik ekol var, çoğu kez tiksindirici, zorba, her türlü iğrençliğin bir araya geldiği bir yer; her türlü ön yargıyı, köhne toplum değerlerini çelikten bir zırh gibi üstlerine geçirmiş adamlar. Bu adamlar işin başında oldular mı mevkileri de ona göre dağıtıyorlar, geliştirdikleri bürokratik bir sistem sayesinde kendi gözdelerine iyi yerler vermek, başkalarını dışarıda tutmak hesabına düşüyorlar. Bunların Tanrı’ları Shakespeare’nin sarhoş Falstaff’ının Tanrısı gibi, ‘’ le dedans d’une eglise’’;* bu sözde vaiz beylerin dinsel ve dinsel konulardaki tutumu, inanılacak gibi değil belki ama o sarhoş herifinkinden farksız (bunu kendilerine söylesen şaşırabilirler, herhangi bir insani duyguya sahipseler tabii). Belli olan şu ki, bu konulardaki körlüklerinin günün birinde açık görüşlülüğe dönüşebilme tehlikesi hiç yok.

Durum böyle olunca, onlarla aynı görüşte olmayan, tüm yüreği, tüm ruhuyla, toparlayabildiği tüm kızgınlıkla karşı çıkan kişinin işlerinin kötü gitmesi olağan. Kendi payıma, bunlar gibi olmayan akademiklere saygı duyuyorum. Ancak, saygın olanlar, ilk anda inanamayacağın kadar ender. Şimdi işsiz olmamın, yıllardır bana iş verilmemesinin nedeni, kendileri gibi düşünenlere iş vermeyi yeğ tutan o beylerden daha başka düşüncelere sahip olmam sadece. Söz konusu olan yalnızca giyim kuşamım konusunda ileri sürdükleri ikiyüzlü sakıncalar değil, inan bana çok daha ciddi bir sorun var işin içinde.

Bütün bunları neden sana anlatıyorum ki? Yakınmak için değil, belki de az çok yanlışlıklar yaptığım olaylar için bir bahane uydurmak amacıyla değil, sırf sana cevap vereyim diye. Geçen yıl beni görmeye geldiğinde, ‘’ La Sorciere’’ (Büyücü Kadın) adını verdikleri ıssız çukurun oralarda yürüyüş yaptığımızda, bana bir vakitler Ryswyk değirmeninin ve kanalın orada da birlikte yürüdüğümüzü hatırlatmış, ‘’o vakitler birçok konuda aynı görüşteydik’’ demiştin. Sonra da eklemiştin ama: ‘’O günden bu güne öylesine değişmişsin ki, aynı insan değilsin artık.’’ Tümüyle doğru değil bu. Değişen şu ki, o zamanlar yaşamım bunca güç değildi, geleceğim daha az karanlıktı; içim, içimdekiler, bakış ve görüş açım, düşünce tarzım hiç mi hiç değişmedi. Herhangi bir değişme olmuşsa, o da şudur: eskiden düşündüklerime, inandıklarıma, şimdi daha çok inanıyorum, eskiden sevdiklerimi şimdi daha çok seviyorum.

*’'Bir kilisenin içinde’’.

Devam edecek…