26 Şubat 2012 Pazar

Nietzsche; Trajik Ozan




Nietzsche, tragedyayı bir eğretileme olarak özdeyişlerine katar. Acının utanç verici oluşuna ait apriori bilginin kaynağına uçmaya çalışan, düşmüş bir meleğin çırpınan kanatlarıyla burada görünür olur trajik ozan.

Ozan, acının sesidir, coşkunluğun olduğu kadar. Schopenhauer’in diline katmaya çalıştığı, kendiliğinden özgür bırakılmış ruhtur…

Öncülünün soğuk tespitleri, felsefenin çoğu zaman sahicilikten uzak, ikircikli pozisyonundan farklı da olsa, Nietzsche’nin varoluş kodlarıyla temassız, belki fazla aristokrat geliyor olmalıdır.

Nietzsche’ye göre Schopenhauer’in müziği yoktu ya da çok bas bir tekniği olduğuna kendini inandırmıştı. Nietzsche, Trajik Ozanın Söylencesi ile bu ‘’ nihai ‘’ felsefeyi aşmak istiyordu.

Keskin buzlarla kaplı kutup denizinde kaybolmuş hayalet bir gemiye dönüşmüş olan Batı Felsefesinin dümenini tutan sıcak bir kalp, bir vicdan olmayı düşlüyordu. Tıpkı kendi üretimi, kaçkın ucubesi için sürek avına çıkan Dr. Frankenstein gibi…

Nedenini, mekânsız sevgiden almak yerine logostan alan bir varoluşun trajedisidir bu.

Trajik ozan, arızi bir durumu düzeltmek ister; ucube hep o buzlarla kaplı çöldedir çünkü.  

…Zamanın içinde sıkışan, yanlış bir insan takdirini orada bulacağını biliyordu. Akıl yetmiyordu. Nietzsche’nin de nefesi yetmedi, daha söz kararını aldığında dondu kaldı sözleri.

Schopenhauer adres gösterir, sanatçı diye Nietzsche Wagner’e yaslanır. Müzik dünyayı kurtarabilir. Bu da olmaz, Nietzsche sanata düşman kesilir.

…Gayretkeş bir öğrenci, safdil biraz ama kararmamış yüreğinde umudun ışığıyla titreşiyor, çok taze bir aydınlık, ayrılık o karanlık ormanında. Yolculuğa çıkmak için ne öğüt dilenmeyi düşünmüştü, ne de ustayı kendisiyle yolculuğa çıkması için ikna etmeye çaba sarf edeceğini. Bilgide mutabık kalınmadığında saflık kaybolur. Bir bilgiyle gelmişti o da; henüz aralanmış hiçliğin karşısına son kez ümidiyle konan isim; Tan Kızıllığı. Ayrıldı ustası Schopenhauer’den şafağa karşı.

Son bir kapıyı daha çalması gerektiğinin haberini verdiğinde ormanın kuşları, - yanıtladılar büyük soruyu – ıslak zemininde yürüyordu, bir koruluktu daha çok… Büyük bir ağırbaşlılıkla karşıladı tan atımını, sürgün edildiğini kavramıştı. Müziği duyduğunda gün çoktan yayılmıştı. Öylece bıraktı kendisini yatağa. Özgüven ve korkuyu çekti üzerine.

Yaşamın dışına taşınmıştı. İnsanlar sokağı geçmeye başladılar üçerli, beşerli. İyice bıraktı kendisini, ışık sıvazladı sırtını.

Cemil Atik