Nietzsche, tragedyayı bir eğretileme olarak özdeyişlerine
katar. Acının utanç verici oluşuna ait apriori bilginin kaynağına uçmaya
çalışan, düşmüş bir meleğin çırpınan kanatlarıyla burada görünür olur trajik
ozan.
Ozan, acının sesidir, coşkunluğun olduğu kadar.
Schopenhauer’in diline katmaya çalıştığı, kendiliğinden özgür bırakılmış
ruhtur…
Öncülünün soğuk tespitleri, felsefenin çoğu zaman
sahicilikten uzak, ikircikli pozisyonundan farklı da olsa, Nietzsche’nin
varoluş kodlarıyla temassız, belki fazla aristokrat geliyor olmalıdır.
Nietzsche’ye göre Schopenhauer’in müziği yoktu ya da çok
bas bir tekniği olduğuna kendini inandırmıştı. Nietzsche, Trajik Ozanın
Söylencesi ile bu ‘’ nihai ‘’ felsefeyi aşmak istiyordu.
Keskin buzlarla kaplı kutup denizinde kaybolmuş hayalet
bir gemiye dönüşmüş olan Batı Felsefesinin dümenini tutan sıcak bir kalp, bir
vicdan olmayı düşlüyordu. Tıpkı kendi üretimi, kaçkın ucubesi için sürek avına
çıkan Dr. Frankenstein gibi…
Nedenini, mekânsız sevgiden almak yerine logostan alan
bir varoluşun trajedisidir bu.
Trajik ozan, arızi bir durumu düzeltmek ister; ucube hep
o buzlarla kaplı çöldedir çünkü.
…Zamanın içinde sıkışan, yanlış bir insan takdirini orada
bulacağını biliyordu. Akıl yetmiyordu. Nietzsche’nin de nefesi yetmedi, daha
söz kararını aldığında dondu kaldı sözleri.
Schopenhauer adres gösterir, sanatçı diye Nietzsche
Wagner’e yaslanır. Müzik dünyayı kurtarabilir. Bu da olmaz, Nietzsche sanata
düşman kesilir.
…Gayretkeş bir öğrenci, safdil biraz ama kararmamış
yüreğinde umudun ışığıyla titreşiyor, çok taze bir aydınlık, ayrılık o karanlık
ormanında. Yolculuğa çıkmak için ne öğüt dilenmeyi düşünmüştü, ne de ustayı
kendisiyle yolculuğa çıkması için ikna etmeye çaba sarf edeceğini. Bilgide
mutabık kalınmadığında saflık kaybolur. Bir bilgiyle gelmişti o da; henüz
aralanmış hiçliğin karşısına son kez ümidiyle konan isim; Tan Kızıllığı.
Ayrıldı ustası Schopenhauer’den şafağa karşı.
Son bir kapıyı daha çalması gerektiğinin haberini
verdiğinde ormanın kuşları, -
yanıtladılar büyük soruyu – ıslak zemininde yürüyordu, bir koruluktu daha çok…
Büyük bir ağırbaşlılıkla karşıladı tan atımını, sürgün edildiğini kavramıştı. Müziği
duyduğunda gün çoktan yayılmıştı. Öylece bıraktı kendisini yatağa. Özgüven ve
korkuyu çekti üzerine.
Yaşamın dışına taşınmıştı. İnsanlar sokağı geçmeye
başladılar üçerli, beşerli. İyice bıraktı kendisini, ışık sıvazladı sırtını.
Cemil Atik