22 Ekim 2008 Çarşamba


Resim: Cemil Atik

Paris Savcısı 3. Bölüm

oleg o.'nun Seçimi
Metro asansörlerde yatay hatlardan birinin içinde 19. kat istasyonunda inmek üzere ayağa kalktı. Tiz uğultu azaldı, homurdandı sonra. Açık turkuvaz kostümünün hikayesini düşünüyordu kapı arkasından kapanırken. Kostüm, bozkırın kuşattığı bu ülkede bir misyonla bulunduğunu göstermenin geleneksel koşuluydu. Yasa... Gönüllü olarak itaat edileni. Metro asansörün rüzgarıyla uçuşan kağıdı havada yakaladı, yüzüne az kala. İştar'ın Kızları'nındı ilan; KADINLARINIZI GERİ ALIN!.. Nörokimyasal birleşmeyi destekleyen bir STK'ydı önceleri, artık işi kadın ticaretine dökmüşlerdi. Kimse buna ses çıkarmadı, Açık Bütünleşme Vakfı bile, sanki kendisi hiç varolmamışçasına ortalarda görünmedi. Bela olabilecek politik bir sorun kendiliğinden hallolmuştu, hiç çaba sarf etmeden. İçi çürüyerek büzüşmüş bir kara kütle, kabuk...Başını eğerek yürüyor, kağıdı büzüştürüp cebine koydu hızla.Pul kapı içeri duvarlara çekildi, ayakkabılarını bile çıkarmadan yarı çıplak kalmıştı, turkuvaz kostümü, bir ton daha koyu olan yakalığı bir çırpıda sandalyenin üzerine yığdı. Günahın gizli hazzıyla karışık pişmanlığı rahatsız etmiyor, işi içine girip yaşamaktan başka bir çıkar yol olmadığını anlamış. Duşta aklındaydı, akşam kahvaltısında da. İlanı gözden geçirdi hiç dokunmadan, büyük puntolarla yazılmış telefon numarasını okudu içinden.

gazeteci
Editörün masası neredeyse bomboş, işi bıraksa ya da kovulsa, şapkasını ve ceketini askıdan sıyırıp sokağa çıkması sadece birkaç dakikasını alırdı. Kimseyle vedalaşmaz. Geriye hatıra kancalamaktan tiksinirdi neredeyse, zavallı bir dilencinin yapacağı işti bu. Taşıyıcının çürüyen bedenini kurtlanıncaya dek geri dönüp gözetlemek.Yokluğun yaratacağı boşluğu bir hikayeye, şeye taşıtmak insanın büyük düşkünlüğü, bedenin korkusu ölümden, bulaştırmak sahte ölümsüzlüğü. O böyle söylüyor.

oleg o.
...Numarayı çevirirken akut bir panik atak geçirdi, bedeni kaçıp gitti oradan, Oleg O. bunu anlayamadı. Boğazını üç kısa öksürmeyle açtı; ''alo''. Sigara hala var. Orta yaşın üzerinde bir kadın sesi tekrarladı, ''Alo''.

''...Kimyasal sinir ilişkisiyle ilgileniyorum...İlanınızı asansörlerde edindim, bunun dışında bir bilgiye sahip değilim. Buyurun...''
'' Genellikle böyledir zaten, (peder diyecekti ki, es, toparladı)beyefendi. Katılımcılarımızın listesine sizi de eklemek isteriz.Kişisel tanım numaranızı bana telefonda söylemeniz yeterli, bize birkaç saniye verebilir ya da size dönmek üzere telefonu kapatabilirsiniz...''
'' Beklemek istiyorum, 5002743-E-YM''.
''...Bay Oleg O., yabancı misyonda görevli bir peder, ülkemize hoş geldiniz''.
'' Teşekkür ederim''.
''Yarın sizinle saat 14.00'de evinizde, anlaştık mı peder? Bu benimle bir öngörüşme yapmanız demek''.
''Bekliyorum sizi''. Telefonu kapattı aceleyle. Elleri titremeye devam etti, arkasına yaslandı, derin bir nefes verdi odaya. Konuşmak için seçilmiş bir meslek, içindeki sessiz hüznü duymamanın tek yolu. Katlanılması güç boğucu hüzün, yüksek bir nem gibi. Birçok insan öyle ya da böyle katlanıyor işte. Konuşmak bir eylemdi, öteki türlüsü, kalbin ölümünü izlemenin sadistçe oldunu düşünüyordu.
Yarın: 14.00... Kadının silueti parçalanarak girdi içeri, bir ışık, renk topuna dönüşüp, bir arp sesi çıkardı. Açtı kapıyı. Neredeyse 60'ında, üzerinde gri sarı çiçekli bir elbise bulunan kadın, başıyla kısacık selamlayarak onu girdi içeri, salonun ortasına yürüdü, ayakta bekledi. Düğmeden elini çeker çekmez yavaşça, geriye döndü, kadınla göz göze geldi. Topluca, iri kemikli, saçları metal gri, yeşil gözlü esmer kadını selamladı, yürüdü, elini uzattı.
''Hoş geldiniz hanımefendi, buyurun şu koltuklara geçin...'' Oleg O.'un üzerinde beyaz bir gömlek vardı, siyah pantolon, siyah ayakkabılar. Turkuvaz haçı indirmişti yerinden, az da olsa belli izi. Az önce kadına doğru yürüdüğünde bir an için bile olsa, bu ize çevirmişti bakışlarını. Kadının bunu mesafe-göz göze ilişkisindeki tek temel ilke, tehditkar olmaması gereken o bildik, bakışı kaçırma olduğunu düşünmesini diledi. Öyle de olmuştu. Kadın bacak bacak üzerine attı, çıplak bileklerini kavrayan turkuvaz kayış, tepecik, parmakları kavrayıp sıkıştıran yumuşak siyah bir sivrilti.
''Bay Oleg O., kurallarımızı hatırlatmak üzere buradayım, biz köklü bir kuruluşuz ancak son dönemlerde yaşadığımız mali sıkıntı size ön bir ruh çözümlemesi yapmamızı olanaksız kılıyor, öyle ya bir misyonerle konuşuyorum, kuvvetlerin ayırtında biriyle. Biliyorsunuz vakit kredi demektir, daha ziyaret etmem gereken o kadar yetişkin erkek var ki. Şöyle söyleyebilirim; kredi miktarı taksitlendirilebilir, ev ödeme sisteminden bunu yapabilirsiniz''. Kadın gözlerini sıkıcı bir gülümseme eşliğinde kısıyor. Bazen öne, karnını dizlerine doğru eğiyor. Devam ediyor; '' kızlarımıza uygulanacak gönülsüz sözlü veya fiziki bir şiddetin cezasını size belirtmeliyim. Böyle bir durumda sisteme girişinizi bölge savcısına bildirmek zorundayız. Bu arada kayıt yok peder, pornografik illüzyonları kabul edemeyiz, sadece biz kayıt yapabiliriz. Kısa bir sözleşme metnini kayıt altında okuyacak ve kabul edip etmediğinizi bildireceksiniz. Sonra bütün kimyasal sinir ilişkisi kaydedilirken siz, kültün tadını çıkartabilirsiniz.'' Aba altından sopa...Kutsal görevi bir tehdide dönüşmek üzere.
'' Kaçınılmazdı '' dedi kısık sesle.
'' Ne, ne dediniz?..''
'' Kaçınılmazdı, şey, yani böyle tehditlerin varlığı, kızlara...''
'' Ne yazık ki. Gerçi yılda bir ya da iki vakaya rastlıyoruz ama olsun. Evet kaçınılmaz... Devam edelim mi; kızları seçme hakkınız yok. Kabul eder ya da reddedersiniz hepsi bu.'' Rüzgar camın yüzeyini yaladı, veriler akmaya başladı bilgisayara. Lir yağmuru imledi. Meteoroloji raporu, zorunlu vatandaşlık bilgisi. Sonbahar.
''Anlaştıysak, lütfen numaranızı bilgisayara girin''.
'' Sanırım anlaştık''. Yaslandığı deri koltuktan doğruldu. Kadın da onu izledi. elini uzatıp, ''Adınız?..'' dedi.
'' Daha sonra peder...'' Bunu utandırmak için yapmıyor, çok doğal bir şekilde çıkıyor dudaklarından, ne mimik, ne de jest var. Bilgisayarı açtı, mesajı izledi; akşam üzeri yağış bekliyordu çukur. Sisteme kredi bilgilerini girdiğinde kuantum bilgisayarı bir yüz çağırdı; '' Bay Oleg, bana vereceğiniz adı merak ediyorum. Yarın öğleden sonra 14.00'de sizi ziyaret etmekten onur duyacağım''. İddiasız bir yüzü vardı kızın, kumral, olağan dışı saldırgan gözler. Soğukkanlı olmaya özen gösteren sinirli tiplerden. Onayını istedi, Oleg O. tuşlara dokundu. Görüntü hızla kaybolurken kızın sesi odada yankılandı; ''görüşmek üzere...''

editörün gündüz düşleri
Sağ ayağını ışık dolu birikintiye doğru uzatıp başparmağını usulca içeri daldırdı ve hemen çekti, sıcak olmasını öngörmüştü, soğuktu. Hareketi atladı, dizlerinin altına dek ışığın içindeydi şimdi. Bütün bedeni sarı bir fonun önünde grileşmeye başladığında, beyni uyan sinyalini bir sinir hücresine yükledi. Sağ elini masada titretti ardından. Kafasını kaldırırken koltuğu gıcırdadı, geriye doğru gitti. Sonbaharın avcı ışığı gözbebeklerinde kısa bir şişmeye neden oldu, onları sıkıca kıstı, sağ elini yumruk yaptı. Sol ayağı üzerine sanki bir çakıl taşı saplanmışçasına acıyordu. ayakkabının düğmelerini - bağcıklarını demeliydi-gevşetti, ağrı kaybolduğunda kendini koltuğa bırakmıştı. Hiç bu kadar yorgun hissetmemişti bedenini. Do minör keman... Müziğin kanı, hüzün oldu hep, sesi dinledi, kalbine indirdi, yaz yağmurunun yalnızlığı, geçiciliği bir masumun gözyaşları gibiydi, çarçabuk gülmeye dönüşebilecek. Hemen ikna edilmişti, mutluydu şimdi.

...Hemşire iğneyi kelebekten çekiyor. Eldivenlerini çıkartırken, sağ bacağını kaşıdı durarak. Şırıngayı, eldivenleri küçük ilaç şişesini bir deliğe doğru itekledi. Cızırtılı bir emilme sesiyle birlikte dönerek bilgisayara son bilgileri girmeye başladı.

Devam Edecek...

Fotoğraf: Yücel Zorlu

Size bir de denildi ki hayat karanlıktır diye ve sizler bezginliğinizde tekrar ede geldiniz, bir bezgin tarafından ne söylenmişse.

Ve ben derim ki hayat, sahiden karanlıktır, insiyak olduğu zaman başka.

Ve her insiyak kördür, bilgi olduğu zaman başka.

Ve her bilgi beyhudedir, çalışma olduğu zaman başka.

Ve her çalışma nafiledir, aşk olduğu zaman başka.

Ve her ne zaman aşkla çalışırsanız kendinizi kendinize raptedersiniz ve ötekine ve Allah’a.


halil cibran

6 Ekim 2008 Pazartesi

Fotoğraf: Yücel Zorlu


Müjde


Şimdi soyunup attım imleyen renklerinizi, toprağa gömdüm hiddetimi; yüzünüze baktığınız tek yer, ayna yüzümü…


Özgürlüğün korkutamadığı o çocuğu ne çok özlemişim, hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan. Asude bahçelerinizin çiçek rayihalarında mekansız kokular var herkes için, hiç kimsenin. Birbirlerinizin bahçelerine ayıraç yol üzerinde bu gezgin.


Soğuk, derin, berrak o nehre yürüyüşüm, koca kayaları bir beşik gibi ellerimle yüzdürüşüm, gün batımında…


Cemil Atik

5 Ekim 2008 Pazar

...aralıkta durmanın rengi...

Fotoğraf : Mustafa Dedeoğlu


Duyum


Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,

Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;

Başakları devşirip otları ezeceğim,

Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.


Ne bir söz, ne bir düşünce, yalnız bitmeyen bir düş

Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,

Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş

Doğada, - bir kadınla birlikte gibi mutlu.


20 Nisan 1870 Arthur Rimbaud


4 Ekim 2008 Cumartesi

Kim Yalancı

Eser: Danton

Kim Yalancı

Umuda ilişkin; sinmiş arzulardan ölünün kokusu duyuluyor, en saf olanları yeşil başaklar gibi bebek olsa da… En küçük hareketle senin bu mütevazı kutlamana katılan biri var oysa. Henüz büyümemiş bir çocuk avutucusu olduğunu düşündüğümüz anlar; acılarımızın büyük ve olgun, umutlarımızın beşikten yeni indiği.

Yanılsamanın böylesi… Yürüyüşün ‘’ anlamsızlığına ‘’ ilişkin o ‘’ yüce ‘’ varoluşçu çıkarsamamız… Ne olgunuz böyle, ne ihtiyar… Kötü ebeveynleriz aslında en hafifinden.

Umudu büyütmek, çocuk büyütmek; kim bir çocuğun yaşama sevincini elinden alır ki… Ne canidir böylesi. Peki ne demeli bizlere, umut bebeğini, yaşamın gönençleri, asudelikleriyle kandıranlara…

Bir ihtimaldir ki, acı vurmasın kalbini, masallardaki gibi yaşasın… Yoksa masal yazanlardan mı olsun bilgece; acıyı her seferinde ‘ bir varmış, bir yokmuş ‘ ile anlatsın.

Cemil Atik

Katil Çocuklar Üzerine




Katil Çocuklar Üzerine

Çocuklar öldürmeye başlarsa; gündelik hayatın doğal ritminin bozulduğu her sosyolojik çatlakta kopyalamak, korunmak türünden yansıtıcılar kuşanırlar… Liberya benzeri ülkelerde ürkütücü boyutlara varan çocuk katil olgusu en cinsinden bir
‘’ doğallık ‘’ artık.

Çocuk katil, uyuşturucunun öldüren sığınmacılığına soyunuyor, kopyalamak, korunmak için küçük işaret parmağı ölümü imliyor şimdi.

Büyüklerin nedenleri kadar saçmadır ilk bakışta ancak, daha derine bakınca bu cürümün bir kimlik sorunu olduğu aşikardır. Yani kim, sonrada nerede olduklarının, yaşamda hem ruh hem de mekan ölçeğinde konumlanmalarının vazgeçilmez bir yolu olarak kopyalamak…

Keyiften önce, yaşamın en ağır kırılmasıyla tanışmak, oyunun büyüklerin dünyasından kalkmasıyla başlıyor. Olağan koşullarda muhtemel mutlu ebeveynlerin varlığı çocuğa, yaşamdan keyif almayı oyuna dönüştüren doğal çevrimine zaman kazandırıyor olmalıdır.

Bir iç savaş doğal sosyal akışın kimliklerini öldürme edimi için tekilleştirir; bir savaşçıya dönüşmek en hafif tabirle baskın figür modeli oluverir, çocukların öteki çocukları öldürdüğü, paylarına büyüklerin namlularının önüne düşmenin de olağan hale geldiği…

Geride ne masum modellemeleriyle çocukluk, ne gençlik ne de ebeveyn olmak kalır. Liberya uç bir örnek olabilir ama ‘’ normal ‘’ akış içindeki suç unsurlarının da kaynağı, ölçek ne olursa olsun hep aynıdır.

Site Yönetimi