21 Kasım 2007 Çarşamba
NOT:
Sonbahar’ın son demleri. Büyük doğumun tören hazırlıkları.
Serin havalara bohçalanmış. özenle sandık diplerinden çıkarılan kış. Bekleniyor…
Kapı önünde evin büyük kadınları.
Doğacak biliyorum! Hep doğuyor…
Seni seviyorum iliklerime kadar göz pınarlarım yanarcasına… Seni seviyorum.
Ona İlk kez Tanrılığı verdim. Çünkü hiç Tanrım olmadı … Kendi başıma çöl’de bir deniz kabuklusu gibi, içimde doğmasını umduğum iyi yada kötü yaşam gibi bir şeylerle, öylece, bir başıma…
Sessizlik...
Kulaklarım çınlıyor
Doğum arifesinde yalnız olduğumu düşünenler bir gece kendi yalnızlıklarını bende gördüler. Yürekleri daralınca, beni bilmekten kendi korkularına hırçınlaştılar. Yalnızlıklarımı benden çalıp kirleterek birazcık, ders vermek için yüzüme çarptılar. Kıpkırmızı kadife çıkınlarında etimi acıtacak tüm işkence aletleri hazırdı. Gül sularıyla yıkanmış, benzersiz aletler. Gizemli karanlık tapınaklarda sunaklara yatırıp, ruhumdan parçalar koparmak için tan zamanına kadar dans ettiler. Öyle heyecanlı ve kendinden geçmişlerdi ki biri diğerini göremiyordu. Evrenin karanlığında diğerinin ne dinlediğini duyamadan kendi müziklerini dinlediler. Vahşi kurban töreninin Azrailleriydiler. Her birinin tanrıları birbirinden habersiz sonsuzluk sunuyordu geceye. Onlar kapkara tüllerini savururken göremiyorlardı. Etleri dökülmüş kafataslarında gözleri, kendileri gibi sonsuz kara deliklerdi. Kendilerince kutsanmış öyle bir hazdı ki her ısırışlarında kirleri temizleniyor kibirleri kutsanıyordu. Küçük kara kurtçuklar gibi kımıl kımıldılar. Ellerindeki bilinmez zamanların defini soluk yıldızlara sundular, yıkanmak ve arınmak için. İçleri geçerek sofra kurdular, her tabakta bir parçam… Çirkin eciş bücüş ağızlarını dipsiz aralık tamamladı boşlukta iştahla sindirildim.
Dinginliğimi; tabaklarda parçalanırken, yorgunluğuma borçluyum.
Kayıplardan sonra kaybettiklerini bilmeyi bilmek, dinginliği getirmez mi? Başka nasıl öğrenilirdi ki?
Soğuk kış günü kapalı gri bir havada açık denizin önündeydim. Üstelik ayağımın altında sarp kayalıklar varken,birde üzerine deniz, kudurmuş bir boğa gibi kayalıklara çarparken,martılar rüzgarda savrulup,yüzüm tuzlu su damlacıkları ile ıslanırken, rüzgar yüzümü yakıyorken…..
Gitmeli buralardan
Şimdi gitmeli
Saygıyla sermeli geçmişin halısını
Ait olduğu yere
İpek tüylerine narin kelebeklerin
Adı bilinmeyen çiçeklerin
Serpileceğini dileyerek…
Hızla yer değiştiren tören alanı sessizliği davet ediyor. Terk edilmiş alan , geriye çöplerini bırakmıştı. Aralarından rüzgârın geçtiği…
ANKA