8 Ekim 2012 Pazartesi

İçime Attım






‘Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir’.

O gönül bir sandık içinde, o sandık sırlı bir yerde. Neredeyse bir viranede gönül… Minaresiz bir mescit yanında ki, dilsizliği sırrındandır, ilk ve son çağrısı olacak kıyamette kendi ezanı. Kavuşması içinde saklı vedasıdır, son demidir ömrün. Garip, yıkık bir duvar dibinde öyle mamur, öyle temiz ışımada gözümün nuru aşk.


İçine at buyruğu çınlıyor kulaklarımda. ‘İçine at!’. Yoksa dışarı hadi çocuk; rahimden dışarı, köyden dışarı, kentten dışarı, ülkeden dışarı, kıtadan dışarı, okyanusların ötesine, gözün görebildiği, göremediği uzaklara bakmak karın. Haritalar, uydular, atmosferin dışına çıkmak… İçine atmadıkça bir hiç. Hiç ne ki; aklın yolunun sonu, yoksa hep varlık, hep aşk. Dopdolu yüreğim mezarlarla, güneşle, güneşten bin katre büyük yıldızlarla. İçim her şeyi alıyor da, bir hiçliği almıyor içim, kusuyorum. ‘İçiyorum ’ de, aklımız çıkıp gitsin içimizden, içindeki içinde. Hep varlık vesselam.


Keşif; şeysiz, personasız, illa da insansız olmaz zaman… O zamanı insanla, insanı zamanla anlatır ya, burada, şimdi, geçmişte, gelecekte. Yoksa yok zaman öyle bilinsin.

Kırılsın bu beşiğin sapma ağacı, biraz daha yatsın öyleyse döşeklerinde zamanın. ‘ insanın anılmadığı bir süre geçmedi mi zamandan ‘. Anla artık insan, önce döşek açılır misafire…

apriori