Dizüstü bilgisayarımın
ışığı altındaki ellerime baktım uzunca. Ellere böyle dikmek gözleri iyi gelmez derler.
Batıl itikadım yoktur desem de her şeyin bir nedeni olması korkutur beni.
Belki bu
nedenle, aşağı yukarı on dört milyar el var dünyada diye düşündüm. Yedi milyar
olunca rakam aşağı yukarısıyla on binler, belki de yüz binlerce insan olabilir
ıskalanan ne hüzünlü. Nüfus sayımında sayılmama korkusundan biliyorum. Sayılmadın
mı, sen sayılmadın mı? Yok, olup gittin sen, eksiye saydılar sayanlar seni.
Yüzgörümlüğü hakikati…
Nüfus memurunun gölgesi yiyecek ruhumu ANne! Yüz bulan şeytanlar bir pantomimci
ustalığında yüzle oynuyorlar; gerektiği kadar gerdiriyor, dudak büküyor, başla
onaylıyor. Kayıtsız mahrem olandır ve benim için çok güzeldir. Kayıtsız olan
sırdır ve her iyi, yüce sır gibi güç verir insana. Çocuklaşıyorum utanmadan;
kayıtsız anılarımı özledim ben, kayıtsız anılarımı. Nereye götüreceğiz bunca
fotoğrafı, yükleyip içine dağı, kristalce oynaşan suları… Götürebilecek mi,
taşıyabilir mi utanç verici kayıtsızlığımı. Ben hiç yanıma almadım, ben
istemedim bu anı protezini.
Yüzünde saklı
ey yol arkadaşım; hatıram, an’ım, ölsem kanım akmaz mutluluğum, acılarım,
hüznüm sen de saklı. Şipşak gibi işte, bak çağırdım geldi ya, gülücük dolu bir
göz kırpmayla.
Akdeniz geldi
ya, sesler, kokular, dört yol ağzındaki acılarım benim.
apriori