Kirazın Tadı
Bir Abbas Kiarostami Filmi Üzerine Deneme
Kuşkusuz insan dramının düşünlük ve eylemlik kategorilerinden birisi intihar; romantikler için yaşama coşkunluğunu da içeren korkusuzluğun, aşkın ebediliğinin manifestolarından birisi olageldi. Her şok gibi bu eylemin de örtülü-açık bir amacı vardı. Kendini öldürme üzerine hemen herkes ya bir şeyler duymuş ya da yazmıştı. Dedikoduların baskın çoğunluğu kişi ya da grupları intihara iten sebepler ve bu eylemden beklentileri dolaşımında ilerliyordu. Kimi filozoflarsa ‘’felsefi intihar’’ kavramı üzerinde sona varmış düzeltmelerle nihai dışavurumlarını yapmak üzereler…
Kiarostami filmi işte bu her şeyin bittiği, logosun noktayı koyduğu yerden bayrağı devralıyor. Schopenhauer’in akli gerekirciliği götürdüğü noktaya kadar takipçisi, o büyük soru anındaysa indeterminist bir tutum belirliyor. Soru yine bize kalmıştır…
Erek peşimize gölge olarak düştükçe çok sessiz gidemez insan. O tanığı arayan bir adamın öyküsü bu; ‘’hiçliğe’’ karışmadan önce zaman dışı bir izlenimi kendi sonsuzluğuna karıştırma fikri, isteği, büyük ‘’arzusu’’ içindeki. Son’un son kurgusu… Açılacağı varsayılan bir kapıdan geçmek, acıyı bitirmek… Bu akıl oyununu bitirmek ister adam, amacı konusunda görünür bir şüphesi yokmuşçasına soğukkanlıdır. Sadece ‘’küçük’’ bir çıkmazda sıkışıp kalmıştır hepsi bu! Onaylanarak yüreklendirilmeye ihtiyaç duyar. Son bir kötülüğü ortaya çıkartacak, böylelikle gerekçesiyle ilintili logosu tamamlayacaktır. Parası ve arazi aracı dışında adam hakkında bilgi verilmez; klasik bir yanılgıya düşmek, adamı zengin ve mutsuz ikilemine sıkıştırmak sahneler ilerledikçe imkânsız hale gelir. Ailesi, geçmişi, inançları hakkında hemen hiçbir şey bilmediğimiz bir adamdır bu. Daha çok o sorar tanık adaylarına… Çoktan seyirciyi aracın ön koltuğuna oturtmuştur Kiarostami. Bize buradan intihar olgusu üzerinde daha derinlikli bir düşünme, sorgulama önerisi getirir. Ne var ki bu, kendi başımıza yapacağımız bir iç araştırmadır.
İntiharın da yaşama kararı kadar trajikomik olabileceğini söylemek ister gibidir. Filmdeki tek gülmece iki karşıtlık arasında kalmış insanın psikolojik seçimlerinden doğar. Gülmece, tanık adaylarından yaşlı adamın başarısız bir intihar girişiminden çıkar. Kendini asacakken ağaçtaki meyveye gözü ilişir, uzanır ve tadar onu. Karısının kendisini çağıran sesiyle ölme arzusu iyice uzaklaşır zihninden. ‘ Deneyim atomu’ geri dönüşsüz biçimde yaşlı adamı dönüştürdüğü gibi, benzer deneyin üzerinde söz söyleme hakkını da ona verir. Böylesine belirsiz bir alanda deneyim ( logos ), diğer her alandakilere benzer ağırlığını hissettirir.
Öteye ait bütün kategorik korkular sadece birer örtüdür. Asıl korkunun kaynağı, aklın fantezilerinin, aklın kendisinin üretimi olduğu hakikatinin zihinde bir görünüp bir kaybolmasıyla açığa çıkar; ‘’ beni intihara götüren nedenler nedir, bunların ne kadarı ya da hangisi gerçek ‘’. Dehşetin ‘’öteden ‘’ değil de aklın deneyiminin hakikatinden türediği açıksa, bunun bir gösteri, bir cezalandırma olacağı zihinde görünür olur. Boyun eğen, geri çekilerek kendini yok etmeyi tasarlayan arzu, intiharla kendine karşı umutsuz bir terör eylemine girişir. Diğer arzuları da determine etmeyi düşleyen bir iç plan işler böylesi kendini öldürmede.…
Filmin alegorik anlatım üslubu, göndermeleri, felsefe evreninin temel sorularına işaret eder. Arzu ve istenç duyulmadan yapılmak zorunda, yaşanmak zorunda hissedilen her iş ve hayatın bir tür ölümü hak edip, etmediği sorusundan başlar film, daha ilk sahnelerde. Genç bir askerle özdeşleşen istencini yitirmiş, ölmek üzere olan arzudur. Mesleği yoksulluğundan dolayı seçtiğini öğreniriz. Neden önce genç ve zoraki seçtiği mesleğiyle mutsuz bir asker ile başlarız? Değişim, dönüşüm için gereken istenci genç asker de gösterememiştir, tıpkı filmin kahramanı gibi. Askerde var olduğunu düşündüğü öfkeyi, acıyı Faustvari manevralarla açığa çıkartmayı umar. ‘ Acının altın kınında hasedin hançeri saklıdır ‘ çünkü. Burada ikili, cılız bir umut sezeriz; gençliğin heba edilen gücüne seçimleri sunarak güç katmak, kendi gençliğinin olasılıklarına ağıt yakmak…
Çok cılız bir bitki örtüsünün kapladığı tepelere akşamüzeri araçla tırmanmaya başlarlar. Diyalogların kışkırtıcı muğlâklığı ve tırmanış sahnelerinin uzunluğu, kuru toprağı ezen tekerleklerin çıkarttığı sesler izleyiciyi melankolik bir saplantıya sürüklercesine karşısında çakılı bırakır. Kalbi ezen bir bunaltıya, kahramanın kararının ağırlığına böylelikle tanık oluruz, olabildiğince. İkna yeteneği, gösterdiği çaba olağanüstüdür. İntihar gerekçelerinin tartışılmasına izin vermez. Buraya dokunulmamasında ısrarcıdır. Tanık adaylarının yaşama karşı gösterdikleri yılgınlık, çaresizlik onun larvalarını bırakacağı uygun ruhsal habitatlar olur. Sözlerinin akıp döküldüğü yer hipnotik bir alandır, bunu çok iyi kullanır. İlaç içip bir uçurumun dibindeki kuyuya girecektir. Tanıklarından son isteği sadece söz vermeleridir; arazi aracını ve önerdiği parayı alıp gidebilirler. Ertesi gün buraya gelecek, adamın adını üç kez yüksek sesle seslendirecekler, cevap gelmezse, kuyunun üstünü toprak atarak örtecek, cevap verilirse adamı kuyudan çıkartacaklardır. Yine de araç ve para önerisi geçerlidir. Beklenmeyen olur hep, genç asker yardan aşağı gözle seçilebilecek uzaklıktaki birliğine doğru hızla kaçar.
Afganlı taş madeni işçisi de reddeder onu. Gerekçeleri dinsel referanslar olur. O da bu referansları tanık adayına yansıtır. İranlı bir Türk olan yaşlı adam kendi deneyimiyle açılan bilgiyi ona sunar. Çok küçük bir şeyin, bir tadın izleniminin peşinden yaşam nehrinde akmayı seçmiştir. Bu küçük uyaran onu yeniden var etmiş sayılabilir. Meyve kavramıyla özdeşlik olarak tat, renk, koku başlı başına bir deneyim alanını, onun bilgisini zihne ve bedene taşıyarak, ara bir bölge gibi savaşın tahribatının konuşulacağı askerden arındırılmış bir alan yaratır. Devreye giren ve meyveyle simgeleşen şey aslında, aklın kategorilerinin birinde saplanıp kalmış bir zihni aykırılığa işaret eder. Felsefenin çıkardığı sonuçla sorun bizizdir, bizden kaynaklanır. Bir tatla kolayca baştan çıkartılabilecek arzu, diğer isteğinin şiddetini de soruşturmalıdır. İşte bu soruşturma buralardan felsefi intihar mecrana dek sürebilir. Hakikatte tek bir soru çıkar ve cevabı yoktur. Üstüne yazılıp, çizilenler, tasarı, kurgu ya da sistem kuruculuğa soyunsa da deneyimin gerçekleştiği an’ın sırrını saklı tutar. O andaki küçük bir şüphe tadına bakılmak istenen meyve kadar gerçektir.
Faust gözlerini aracın yan koltuğundaki bize diker; çukurun kenarında onunla birlikte bizler de baş döndürücü soruları içeren o karanlığa bakarız çaresizce.Kiarostami, finalde etkili bir kurgu oyunla filmin gerçekliğinden bizi uzaklaştırır, tıpkı meyvenin uzaklaştırdığı başka bir ‘’arzu ‘’ gibi. Ekibinden bir bölümle kamerasının karşısındadır ve sayarak koşan bölüğe megafonla durmaları yönünde bir talimat verir. Ses vadide çınlar, kalbimizde cevapsız sorunun ağırlıyla.
Cemil Atik